3 Aralık 2012 Pazartesi

SÜRDÜRülebilir YAŞAM film festivalinden sonra dedim ki


İstanbul Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali'ndeydim bu hafta sonu. Dönüş yolunda molada güzel bir temiz hava alıp otobüse biniyorum. Uyuyan insanlar inmemişler otobüsten. İçerisi öyle havasız ki koridor boyunca yürüyüp yerimi bulmakta zorluk çekiyorum. Kokulara ve havasızlığa hassas olan midem bir iki kalkıyor. Sonra oturup yerime bakıyorum insanlığın haline. 02 alıp C02 verdiğimiz yetmiyormuş gibi avcı toplumu olmaktan gelen vahşi duygularımızla yeni sahip olduklarımızı bir türlü sindiremeyince sömürüyoruz insanlığı en önemlisi de doğayı. Aynı bu otobüste uykuda olan insanlar gibi hayat denen bu yolculukta uykuda mıyız asırlardır? -ki kültürümüzü Dünya’da ki baskın yaşam formunun kendimiz olduğu yanılgısı üzerine kurmuşuz. Bir türlü anlayamıyoruz doğadan ayrı olmadığımızı, gerçekte onun bir parçası olduğumuzu. 

Yaşam, sürekli değişen, birbiriyle bağıntılı ve inanılmaz karmaşık bir akışı kapsar. Bu akışta bitkiler, hayvanlar, mikrobik yaşam biçimleri ve kendi evini yok eden bir yaratık-ki yabancı gelmesin insandır kendisi, bütünlüğün bir parçasıdır.

Ortada insan aklı tarafından yaratılan, içinde yaşadığımız bir medeniyetimiz var. Aslında kendi varlığımızı kontrol edebilme çabasıyla yarattığımız bu medeniyet içerisinde yalnızca 5000 yıldır yaşıyoruz. Yani yalnızca evrimsel gelişimimizin % 0.5 i kadar. Doğalımızda avcı toplayıcı olduğumuz bir süreçten gelmekteyiz. Bir yandan da beynimiz, olağanüstü genişlikte ve yoğunlukta olan yaşam içerisinde gözlemlenemeyen x olgusunu sorgulayarak gözlemlenilebilir yapma eğilimi içindedir. Yine aynı beyin, gözlemlediklerini bilimsel olarak sınıflandırıp ürün olarak da teknolojiyi geliştirmektedir. Hayvani beyinlerimiz çok daha farklı tasarlanmışken, bir yandan da daha fazla gelişim diyerek kendi kendine sanal bir düzen oluşturmaktadır. Ekonomi üzerine kurulu düşüncesiz bir sömürü düzenidir oluşturulan.  Ekonomiye odaklanılan düzende insanlık antik gerçekleri unuttu.  Oysa antik bilgelikler,insanlığı doğanın bir parçası olduğu, ona bir şey yaptıysa bu döngüye bir katkıda bulunmak ve bedelini ödemek gerekliliği, doğaya karşı nazik olmak gibi gerçeklikler ve anlayışlarla iç içe tutmuştur.

Bu bilgeliklerden uzaklaşarak unuttuğumuz şu gerçekliği hatırlamalıyız; canlılar dünyası sürekli ve sonsuz değişmektedir. Bu değişiklikte insanoğlu da kendi yaşamı için bir düzen aramaktadır. Oysa karmaşıklıkları anlamak zaman ister ve bağlantıları görme süreci aşamalıdır. Bu süreçte bencillik üzerine kurulu anlık yaklaşımlar derin hasarlara sebep olur.

İnsanlık, düşüncesiz bir sömürü düzeni yerine doğayla uyumlu ve dengeli bir eylemi tercih etmezse eşik aşımı denilen olay gerçekleşecek ve çöküş kaçınılmaz olacaktır. Ama yine de insanlıktan güçlü olan doğa yaşamaya devam edecek. Yaşamını devam ettiremeyenler ise yine insanlık olacak. Ya da parçası olduğunda yaşamak istemeyeceği ya da yaşayamayacağı bir Dünya’da hayatta kalacak. Yani kendi nefesini tüketecek.

Yani efendiler, insanlık! Çevreyi korumakla doğaya lütufta bulunmuyorsunuz. Var olmak istiyorsanız doğayı korumak ve anlamak zorundasınız.