İstanbul Sürdürülebilir Yaşam Film
Festivali'ndeydim bu hafta sonu. Dönüş yolunda molada güzel bir temiz hava alıp
otobüse biniyorum. Uyuyan insanlar inmemişler otobüsten. İçerisi öyle havasız
ki koridor boyunca yürüyüp yerimi bulmakta zorluk çekiyorum. Kokulara ve
havasızlığa hassas olan midem bir iki kalkıyor. Sonra oturup yerime bakıyorum
insanlığın haline. 02 alıp C02 verdiğimiz yetmiyormuş gibi avcı toplumu olmaktan
gelen vahşi duygularımızla yeni sahip olduklarımızı bir türlü sindiremeyince sömürüyoruz
insanlığı en önemlisi de doğayı. Aynı bu otobüste uykuda olan insanlar gibi
hayat denen bu yolculukta uykuda mıyız asırlardır? -ki kültürümüzü Dünya’da ki baskın
yaşam formunun kendimiz olduğu yanılgısı üzerine kurmuşuz. Bir türlü
anlayamıyoruz doğadan ayrı olmadığımızı, gerçekte onun bir parçası
olduğumuzu.
Yaşam, sürekli değişen, birbiriyle
bağıntılı ve inanılmaz karmaşık bir akışı kapsar. Bu akışta bitkiler,
hayvanlar, mikrobik yaşam biçimleri ve kendi evini yok eden bir yaratık-ki
yabancı gelmesin insandır kendisi, bütünlüğün bir parçasıdır.
Ortada insan aklı tarafından
yaratılan, içinde yaşadığımız bir medeniyetimiz var. Aslında kendi varlığımızı
kontrol edebilme çabasıyla yarattığımız bu medeniyet içerisinde yalnızca 5000 yıldır
yaşıyoruz. Yani yalnızca evrimsel gelişimimizin % 0.5 i kadar. Doğalımızda avcı toplayıcı
olduğumuz bir süreçten
gelmekteyiz. Bir yandan da beynimiz, olağanüstü genişlikte ve yoğunlukta
olan yaşam içerisinde gözlemlenemeyen x olgusunu sorgulayarak gözlemlenilebilir
yapma eğilimi içindedir. Yine aynı beyin, gözlemlediklerini bilimsel olarak
sınıflandırıp ürün olarak da teknolojiyi geliştirmektedir. Hayvani beyinlerimiz
çok daha farklı tasarlanmışken, bir yandan da daha fazla gelişim diyerek kendi
kendine sanal bir düzen oluşturmaktadır. Ekonomi üzerine kurulu düşüncesiz bir
sömürü düzenidir oluşturulan. Ekonomiye
odaklanılan düzende insanlık antik gerçekleri unuttu. Oysa antik bilgelikler,insanlığı
doğanın bir parçası olduğu, ona bir şey yaptıysa bu döngüye bir katkıda
bulunmak ve bedelini ödemek gerekliliği, doğaya karşı nazik olmak gibi
gerçeklikler ve anlayışlarla iç içe tutmuştur.
Bu bilgeliklerden
uzaklaşarak unuttuğumuz şu gerçekliği hatırlamalıyız; canlılar dünyası sürekli
ve sonsuz değişmektedir. Bu değişiklikte insanoğlu da kendi yaşamı için bir
düzen aramaktadır. Oysa karmaşıklıkları anlamak zaman ister ve bağlantıları
görme süreci aşamalıdır. Bu süreçte bencillik üzerine kurulu anlık yaklaşımlar
derin hasarlara sebep olur.
İnsanlık,
düşüncesiz bir sömürü düzeni yerine doğayla uyumlu ve dengeli bir eylemi tercih
etmezse eşik aşımı denilen olay gerçekleşecek ve çöküş kaçınılmaz olacaktır. Ama
yine de insanlıktan güçlü olan doğa yaşamaya devam edecek. Yaşamını devam ettiremeyenler
ise yine insanlık olacak. Ya da parçası olduğunda yaşamak istemeyeceği ya da
yaşayamayacağı bir Dünya’da hayatta kalacak. Yani kendi nefesini tüketecek.
Yani
efendiler, insanlık! Çevreyi korumakla doğaya lütufta bulunmuyorsunuz. Var olmak
istiyorsanız doğayı korumak ve anlamak zorundasınız.