Bahçeli’de
bir okulda çalışıyorum. Hemen çıkınca 7.cad. İnsanlar alışverişte. O da ayrı
bir çark. Dönüyor işte hala. By Derya ile yürüyoruz dolmuş duraklarına doğru.
Mücadele etmek gerekiyor diyor. Aslında farklı sistemlerden, çarklardan bahsediyor
ama şu anda benim canımı acıtan savaş çarkı.
Mücadele
ama nasıl. Kaçmak bir mücadele değil. Ya facebook’tan “ Savaş’a Hayır”
mesajları atmak. Pasif bir eylem ama
sosyal medya aracılığıyla zamanla insanların beyinlerinde ki farklı kodları açmak
mümkün. Buna inanıyorum. Bu da belki bir gün insanlığın bilişsel kodlarını
değiştirebilir. Toplu olarak düşüncelerden oluşan bir gerçeklik değil mi
yaşadıklarımız?
Sonra
kendim bir mücadele derdine düşüyorum. İçim daralıyor. Biraz daha fazla insana
ulaşmalıym kendi şifa, şefkat kodlarını açabilmeleri için. Paylaşmalıyım. Daha
fazla insanla. Sonra Şenay’ı arıyorum ağlayarak ben hiç bişi yapamıyorum
bişileri değiştirmek için diye. Ankara’da kendimi yalnız hissediyorum.
Sokaklarda dolaşıyorum kimse bişi yapmıyor. Barış’a evet için bile. Ama nereye
gitsem belki de aynı olacak.
Sonra
birden saçlarımı kestiresim geliyor. Görmesinler istiyorum beni. Tanımasınlar
dünyalı olduğumu bilmesinler. Evren’e bu kadar zarar verdiğimi bilmesinler. Düşüncelerimle
bile. Perçem kestiriyorum. Alnımı kapatıyorum. Zihnimi kapatmak istercesine.
Çünkü bugünler de ben anları yaşayamaz oldum. Zihnimden hiç de şifalandırıcı
şeyler geçmiyor. Tam da umut dolu olmam gerekirken (çünkü biliyorum aslında
savaşlar yalnızca bütünün bir parçası)..Benim içim, dışım her yanım berbat. Saç
köklerim kaşınıyor düşündüklerimden dolayı. Çünkü ne zamandır da böyle umutsuz
şeyler düşünmemiştim.
Bir
insanın yaşamasının başka insanların ölmesi sayesinde olduğu bir düzen
yarattığımızı algılayamıyorum. Bunu düşünmek trajik, düşünmek istemediğim bişi.
Elektronik mühendisliğinden, bilgisayar mühendisliğinden mezun olmuş bir arkadaşımızın
Aselsan’da, Havelsan’da işe girebilmesi ile savaş sırasında öldürülen
insanların birbirinden bağımsız olmadığını görmek…
Çekiştiriyorum
saçlarımı.
…
Bu
kurguyu yaratan yine insanlar yine biziz. Bir de bu kurgunun adını savaş ve
barış koymuşuz. Çevremizde
olan biten her şeyin bize, olayları görmezden gelmemiz konusunda yardımcı
olması da cabası. Aşırı dramatize edilen savaş anıları, gerçekle şakanın
birbirine girdiği savaş filmleri, savaşın kaçınılmaz olduğunu vurgulayan iş
adamları, medya, kendi tarihlerinde yaptıkları savaşları haklı çıkaran eğitim
sistemleri…ve tüm bunları tartışırken çıkan iyi-kötü, savaş-barış, zengin-fakir
gibi çıkan kutuplaşmalar. Bir yandan bu olguları ne kadar tartışsak da bir
şekilde bu düzenin bir parçası oluşumuz. Birçok yiyecek malzemesini her
alışımızda bile verdiğimiz paraların başka insanların öldürülmesi,
öldürülmeyenlerin insanlıktan çıkarılacak şekilde çalıştırılması için
kullanılması…
Çekiştiriyorum
saçlarımı
…
Dünya’nın; kapitalizmin inanca
dönüştüğü, sınır savaşları, düşünce kıyımları, din öğretilerinin kukla ipleri
rolünü üstlenip sadece kontrol edilebilirliği sağlamak için kullanıldığı ve tüm
bu yaşananların parça parça insanlığımızdan çaldığı bir düzende dönmeye devam
etmesi. Bu düzen içinde dönmeye devam ederken de insanlığın bir yarısının
bütünün diğer yarısını ötekileştirmesi.
Bu
diğer yarısı diğer insanları içerirken aynı zamanda parçası olduğumuz doğayı da
içeriyor. Bu doğanın içinde yaşayan tüm canlıları da…
Kestirdim saçlarımı…
( Bu düşünceleri kafamdan kopararak
atmak istercesine…)
ne de güzel yazmışsın...
YanıtlaSil